Kendi Çetesini Vuran Adam

Start-up havası soluyanlar bilirler; yeni yola çıkan ekipler (yarının büyük patronları) henüz potansiyel birer milyonerken tutku, heyecan ve insan sevgisiyle dolu olurlar. Gecelerini gündüzlerine katarak ufak ufak yol alır, yaptıklarından büyük tatmin olurlar. Yola çıktıkları herkesle ömür boyu iş ilişkilerini ve arkadaşlıklarını sürdüreceklerini düşünürler. Ekibe katılacak her yeni takım arkadaşını birlikte seçmek ister, a’dan z’ye şirketle ilgili alınacak her karara dahil olmaya çalışır, gece gündüz demeden gelen mailleri ve telefonları büyük bir keyifle cevaplarlar.

Fakat bu güzel dostluk ve işkolik olma durumu yani hayatlarına duydukları aşk nedendir bilinmez yavaş yavaş körelmeye, törpülenmeye başlar.

Öncelikle çatışma yaşadıklarını fark ettiklerinden görev alanları ayrılır. Yazılı olmasa da..  Ardından ilk başta kendilerini ve şirketi beslediğine inandıkları “farklı fikirlere sahip olma” özellikleri “yoldaşları” rahatsız etmeye başlar. Şirketin yeni yola çıktığı dönemlerde birlikte koli hazırladıkları, müşterilere birlikte gittikleri, masa başında birlikte kafa patlattıkları, başlarının üstünde tuttukları kişileri dinlememeye, duymamaya başlarlar. Giderek artan kişi sayısıyla birlikte katma değerli işlerin de doğrudan artacağına inanır ve yavaş yavaş içinde bulundukları oyunun kurallarını görmemeye ve kendi kurallarını çiğnemeye başlarlar. Bu tam olarak ne kadarlık bir cirodan, kaç çalışan sayısından veya çıkan kaç paket sayısından sonra olur; bilinmez. Her takımda farklılık gösterir.

Aynı oyunda kendi takımında sırtlarını yaslayıp, omuz omuza çarpıştıkları ekip üyelerini düşman ile karıştırmaya başlarlar. Rakip takımı ve içinde bulundukları strateji oyununu unutur, kendi takımlarını güçsüz düşürmeye başlarlar. Önce kendi ekiplerine sırtlarını yaslayacak kadar güvenmediklerini fark ederler. Sadece görüş mesafesindeki alanda savaşmak yerine kendilerini şuursuzca meydana atıverirler. 360 derecede kendilerini hem koruyup hem de savaşmaya çalışırken enerjilerinin büyük bir kısmını “paranoya” ile harcamaya başlarlar. Yorgun düştüklerinde ise iş işten geçmiş olur. Daha önce önem dahi vermedikleri rakip ile burun buruna gelirler, kimi zaman soluklarını enselerinde hissederler. Ya da onlar enerjilerini kendi ekiplerinde söz sahibi olabilmek için harcarken yepyeni takımlar meydana daha güçlü silahlarla, daha büyük ordularla çıkar. Geriye ya teslim olmak ya da ekibi tamemen terk edip tek başına var gücüyle koşmak kalır.

Kendi ordusunu kaybeden bir liderin henüz savaş kazandığı görülmemiştir. Peki ya siz? Hiç ordusunu terk eden ve tarihe başarı ile geçmiş bir komutan gördünüz mü?

Birlikte yola çıktığınız yol arkadaşlarınızla uzun soluklu zaferlerkazanmanız dileğiyle! Unutmayın siz aynı takımdasınız!


One Comments

  • Mehmet Safa YALÇINTAŞ

    25 Temmuz 2013

    Ben olgusu mühimdir.
    İnsan bayılır “Ben’e”..
    Öyle birşeydir insanın nefsi (egosu,iç benliği) her başarı biraz daha yukarı çıkardıkça yalnızlaşırsın..(Halbuki bu bir mecburiyet değil,senin ruh haline büründüğün gereksiz duygu yumağıdır.)
    Vazgeçmenin mümkün olmadığı o yola girmeden önce,
    Kendinize mutlaka başarı mülakatı yapın,tabloyu oluşmadan görürsünüz.

    Benim öyle liderlerim oldu senem.

Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.